17 Şubat 2011 Perşembe

Biliyorum çok aksattım...

Biliyorum çok aksattım blog'uma girmeyeli çok olmuş. Neredeyse Kasımdan beri. Ama inanın çok yoğunum. Büyümek, gelişmekle geçiyor zamanım, scriptler, notlar, karakterler, hocalar, çekimler, tiyatrolar... Bu dönemde empati duygum daha gelişti sanırım, daha da gelişmesi lazım. hala yeterince zengin değilim, bence. O zenginliğe kim ulaşır onu da bilmiyorum ama neyse...
     Insan her zaman bir şey öğreniyor, değişiyor veya yaşadıklarının farkına bakıyor, ne kadar zaman geçse bile yıllar sonra yaptığın bir şey, aklına gelen bir söz, seni değiştirebiliyor veya o dönemki kişiliğin hakkında sana ipuçları veriyor. Bunu ne kadar çok yaşadım anlatamam. Sanırım buna olgunluk diyorlar.
     Etrafımda olup bitenlere zamanında yeterince derinlemesine bakmadığım için kendimi bazen suçalamıyorum değil. Eğer diyorum bazen, eğer birisi bu karakteri gerçekten yaşıyor olsaydı ne olurdu. Malesef hayat hep mutluluklardan iyi not almaktan, sağlıklı olmaktan, sevgilinle aranın iyi olmasından ibaret değil, paranın olman bir şey farketmiyor. İnsan istediği sürece her şeyi dert etmekte özgür.
     En çok sevdiğim şey ise, her karakterde  kendimden bir şey bulmak. Ben değilim oynadığım, fakat herkesin içinde olan başka birisiyim. Onu herkes tanıyor, herkes içinde saklıyor, söylemeye cesaretleri yok veya utanıyorlar. Utanmak sözcüğü ben Amerikadayken lügatımda yok. Kaybediceğim bir şey yok çünkü. Yapabildiklerimi yapmaktan zevk alıyorum. Sanırım bir Amerikalıdan daha cesurum veya bana öyle diyorlar. Karakterimi ileriye, daha ileriye taşımaktan utanmıyorum. Kendimi zorluyorum. Burda çekinmiyorum. istediğim şeyleri Türkçe, istediklerimi İngilizce okuyorum. Daha avantajlıyım. Kimse takmıyor, benim seçimim çünkü, bazı şeyleri hakim olduğun şekilde yapmak seni daha da genişletiyor. Onların dediklerini, elimden geldiğince iyi ortaya çıkartmaya çalışıyorum.

İngilizce beniim ana dilim diil, "ben çok iyi ingilizce konuşuyorum, hiç aksanım yok, vurgularım bile çok iyi" diyenlere kusura bakmayın fakat, popomla gülüyorum. Burda hiç bir yabancının ingilizcesi çok iyi değil, kendilerinin ingilizcesi bile iyi değil. Çünkü günlük hayatlarında GENERAL AMERICAN dedikleri dilleri konuşmuyo Amerikalılar, hepsinin aksanı var, içlerine işlemiş. Sizin duyduklarınız onların kendi aksanları, siz onları örnek alıp, onların aksanlarını "inherit" ediyorsunuz. General American'ı değil. Diyebilirsiniz, ben onları değil daha çok film izliyorum. HAHAH. O da yetmez. Gerek Comedy, Romantic Comedy, Noir, Korku, Gerilim. Hepsinde aksanlar var. Tamamen yazara bağlı.

Tennessee Williams hep southern yazar mesela. bu en belirgini.

David Mamed, Amerikan Aksanı ama oyunlarına göre değiştirir.

John Patrick Shanley, New Yorker aksanı. GA'dan ne kadar farklı inanamazsınız.

J.J.Abrams: O da southern'cülerden. Bkz. True Blood.


PS: EVET EVE GELDİM VE SPEECH DERSİNDEN ÇIKMIŞ ALEVLİ Bİ İNSAN OLARAK KONU SPEECH'E GELDİ OTOMATİK OLARAK.

 HALBUKİ AMACIM BAŞKA ŞEYLER YAZMAKTI.



Unutmayın
"Everything begins with a choice.", neyi nasıl söylemeyi seçtiğiniz her şeyden çok daha önemli. Karakteri yaptığınız seçim doğurur.

1 Kasım 2010 Pazartesi

Uzun Ara: "Dont Work the Work, Let the Work Work you."

Ne kadar uzun bir ara vermişim böyle. Hiç farkında değilim. Bu dönem o kadar yoğun ki anlatamam. Şimdi ne oldu da tekrar yazıyosun diyorsunuz belki. Bugün Comedy and Improv dersimiz vardı. O kadar güzeldi ki anlatamam.


Bu kadar vakit geçti neler yaptım onlardan bahsediyim. Bol bol çalışıyorum. Amerikan aksanımı geliştirmeye bakıyorum. İPA öğreniyorum. Monolog/ Scene çalışıyorum, Filmler çekiyorum, partiliyorum :) böyle geçiyor hayatım burda.

Bugün Kasım Ayının ilk yeni dersiyle karşılaştık. Comedy and Improv. CI hocası başta geldi ve....... "I am gonna be either your best friend or worst nightmare. Don't afraid to be stupid, silly.. if you have insecurities, break'em. Or YOU WILL FAIL." PEKİİİİİİİİİİ. Kendisi 1970'lerden fırlamış ex-hippi lezbiyenlere benziyor. Ama bugün bir kez daha anladım ki görünüşe bakıp aldanmamak lazımmış. Hiç diilse şimdilik...

Yaptığımız şeyleri anlatsam anlamayacaksınız muhtemelen çünkü Türkçe terimlerini bulmam lazım. Fakat anlatayim. Amerikada oyuncu olmak demek para demek. Sizin açınızdan diil, prodüksyon açısından. Eğer büyük bütçeli filmlerde oynuyosanız, hata yapma şansınız çok az. Zaten büyük bütçeli filmlerde oynuyorsanız, hata yapmıyorsunuz.

Neyse. Sizin oyuncu olarak yaptığınız her hata veya yönetmene istediği şeyi vermemeniz her 20 dakikada 30 bin dolar. Bu yüzden minimum hata yapıp, sahne tekrarlarını minimuma indirmeniz lazım. Yanlış yapılan her şey ses, ışık, directing ve tabi acting 20 dakika içinde 30 bin dolar trink.

Böyle başladık derse, bunları konuşarak. Zaten burdaki hocalar bunları neredeyse her hafta tekrar ediyor.  Üstünüzde baskıyı arttırıyorlar. Ne Güzel.

İlk yaptığımız şey casting yönetmenlerin oyuncu seçerken kullandığı bir yöntemdi. Bilmem düşünürmüsünüz, oyuncular seçilirken birbirini tanımayanlar löp diye audition'da -yani seçmelerde- karı-koca, ateşli sevgili veya sevişme sahnesi -yastıksız- olursa nasıl,  ne yaparlar diye. Adamı dakka bir gol bir görüyosun. Yeni kadroya eklenmisşin ilk defa on-screen olarak tanımladığımız şekilde ekrandaki elektriğiniz ölçülüyor. Bu sınavı geçtin geçtin. Geçmedin. " You're Fucked Up."Fired. Zaten hata yapmaman lazım Vakit Nakit. 20 dakika -30 bin dolar. AA PARDON BEN EZBERİMİ YAPAMADIM, AA Şurası böyle diilde böyle olsa. IIH. Olmaz. Neyse.. Oyuncuları birbirine kaynaştırmak için yönetmen onları karşılıklı oturtuyor. Göz Göze bakıyorsun. Sana sorular soruyor. I Do veya She does olarak cevap vericen. Sorular nasıl mı?

- Who was beat by her father
-Who is better kisser
-Who wants to go home
-Who is more comfortable naked
-Who is a better cook
-Who is older
-Who drinks much.
-Who can pee further- erkekler için tabi:)
-Who will be a better mom
-Who is better with pets
-Who is better in bed
-Who has secret that can not tell to anyone
.... böyle gider bu

Kendi durumunu ve karşındakini tahmin ederek sorulara cevap veriyorsun. Ne eğlenceli diilmi?

İkinci yaptığımız şey ise: Reklamda oynadık. Her birimize ayrı bir ürün verdi hoca. Onu önce İngilizce sonra Türkçe yani ana dilinde tanıtıyorsun. En çok hoşuma giden şey ise, Türkçe tanıttığımda kimsenin Türkçe bilmemesine rağmen herkes güldü:) Demek etkiliyim:))

ÖDEV var tabi: Aralık sonuna kadar yani son derse kadar, Kendi rahat bölgemizden çıkıp - "comfort zone" hiç olmak istemediğimiz birisi olucaz. Bunu tek başımıza yapmicaz. Alacakaranlıkta yapıcaz ve karanlık olmicak. Yanımızda bize 20 feet uzaklıkta bizi koruyacak iki insan olucak.

Örnek: Evsiz insan. Hayat Kadını, Eroin Bağımlısı, Travesti, Gay aklınıza sizi rahatsız edebilecek ne geliyorsa eğer bulunduğun konumdan rahatsız olmicaksan onu yapmicaksın. Mesela Eroinman mı olucaksın. Skid Row'a  gidip onlardan biri gibi davranıcaksın. Açık vermemen lazım eğer yaşamak istiyorsan:) Hayat kadınımı olucaksın. Hollywood Bulvara gidip onlar gibi giyinip davranıcaksın. Arabalarla konuşmak yasak. Polisle başının derde girmesi yasak. Bunun gibi şeyler. Ve özellikle kızlar için seni gözetleyen gerekirse koruyacak iki bodyguard ile gidiceksin.


OLEY. Çok heyecanlı ve değişik ve süper ve her şey.


Skid Row nedir mi?

http://en.wikipedia.org/wiki/Skid_Row,_Los_Angeles

LA'deki en b.ktan yer.

21 Eylül 2010 Salı

Ağlama Seansı

YA BU Acting okumak ne zormuş. Her dakika duygusal bi travma yaşıyoruz sınıfça. Ağlayanlar zırlyanlar- ben de dahilim tabi.-

Bugün yaptığımız "aktivite" den bahsediyim birazcık. Adı Funeral. En sevdiğim dersin- gerçi hepsini çok seviyorum- en sevdiğim hocalardan birinin dersi. Meisner dersi ve Anthony hocamız :) çok şirin. Neyse...

 Bugün bizden istediği şey, kendi cenazemizde olmamızı hayal etmemizdi. Kendi cenazemizdeyiz ve de kendimize en yakın hissettiğimiz kişinin yerindeyiz. Anne/Baba/Kardeş.. Masada sen yatıyosun ve onların açısından kendinle konuşuyosun. Bunu düşünün bir. 40 dakika boyunca bildiğiniz yırtıldık. Öldük bittik.Öyle bi duygu dolduk ki. Sınıftan çıkınca hepimiz ağlıyoduk, sonra birbirimize sarılıp ağlamaya devam ettik.

Bildiğiniz ağlayarak acting'i öğreniyoruz. Ağlamayı buz dağı gibi düşünün altından çok ama çok büyük şeyler çıkıyor. Ama işe yaramıyor diil. Yarıyor meret. Bunların hepsinin altında kendimizi tanımamız, başkalarıyla empati kurmayı öğrenmemiz ve oynadığımız karakteri tam anlamıyla seyirciye yansıtmamız yatıyor. Ne kadar hissedersen o kadar gerçekçi olursun. Bkz:Marlon Brando, Johny Depp...

Burda günlerim geçerken, anlıyorum ki aktör olmak hiç de kolay değil. kendinizin duygusal ve fiziksel yönden hassasiyetini kabul edip bunun üstüne bazı şeyleri inşa etmeniz gerekiyor. Sonra düşünmeden edemiyorum. Türkiyede "meşhur" olan kaç oyuncu bu kadar yoğun bir duygu sahasından geçmiştir acaba?

15 Eylül 2010 Çarşamba

NYFA Başlangıç

Evet Evet... 


Okul açılalı yaklaşık 1 hafta oldu. Bunun yarısı tatille geçti fakat bu süre zarfında çok güzel arkadaşlıklar kurdum. Sınıfım 14 kişi. Hepside çok iyi insanlar. O kadar iyi anlaşıyoruz ki anlatamam. Aman nazar değmesin. Sabah 9buçuktan, akşam 6 buçuğa kadar okul var. bu saatler bazen akşam 9 buçuk oluyor. Çok yorucu ve yoğun bir tempodayız. Derslerimiz iki buçuk saat ve resmen bir tek çiş molası var 5 dakika. Allahtan sınıfça çok iyi anlaşıyoruz. Şu ana kadar en çok sevdiğim hocalardan biri Acting for Film I hocası olan John Henry.  Kendisi bize filmlerde nasıl rol yapılacağını yani işin hamurunu öğretiyor. Size bir kaç ilginç bir şey söyleyim.Filmlerde yakın çekimlerde yani close-up denilen türde aktör ve aktristlerin gözlerini hiç kırpmadıklarını biliyor musunuz? İnanmıyorsanız gidin bakın. Yakın çekimlerde göz kırpma dediğimiz şeyi göremezsiniz, oyuncular ancak gözlerini oynatırlar ama kırpmazlar. Çünkü seyircinin dikkatini dağıtıp filmin atmosferini kaçırıyor. Dün mesela gözlerimizi asla kırpmadan nasıl monolog okuyacağımızı öğrendik. Bunu yazınca aklıma yarınki ödev geldi hemen ezber yapmalıyım. Bir de isteyerek ve kendimizi üzmeden nasıl ağlayabileceğimizi gördük. Gerçi daha yapamadım ama yapıcam. Çok zevkli. 

Benim ödev yapmam lazım. Daha anlatacağım bolca ders var ama yarın hazırlıksız gidersem çok kötü olur.

Yakında gene görüşürüz. 


Bubu

8 Eylül 2010 Çarşamba

Okulun İlk Günü

Günler geldi geçti. :) Los Angelestaki ailemle olan günlerimin sonuna geliyorum artık. Cumartesi günü gidiyorlar burdan İstanbula. Ben de derslerim ve ilginç sınıf arkadaşlarım ve hocalarımla birlikte kalıyorum.
Bloguma yazmayalı baya olmuş. Bu dönem içinde bol bol LA'de dolaştım. Getty Center'a gittik mesela. Dünyaca ünlü tabloları gördük. Disneyland'e gittik çocukluğumuzu yaşadık ve Disneyland'de bir Türkle tanıştım. West Hollywood'da oturuyomuş ki benim evime çoook yakın. Neyse. Kısaca Los Angeles'ın altını üstüne getirdim. Sanırım 600 mil yol yaptım arabamla. Burada da mesafeler bir uzak ki.. İstanbulu aratmıyor çok şükür. En erken 1 saat önce çıkman lazım ki randevuya yetişebilesin.

Zaten başlıktan da anladığınız gibi, bugün okulum açıldı. Okulum ama ne okul. Okul demeye bin şahit ister. Nerde Şile Nerde NYFA. Şanslıyım ki evimden okulum 10 dakika yürür mesafe, gerçi eve dönerken yokuş çıkıyorum ama o da fitness yerine geçiyor. Sabahın körü saati okul yolu yani Universal Studioların yolu bir kalabalık anlatamam. Bu arada bu kalabalığın bir nedeni de stüdyolarda film çekiliyor şu anda. Aynı zamanda da Pirates of The Caribbean'ın seti inşa ediliyordu. MUHTEŞEM oluyo onu diyebilirim. Okulum çok ilginç bir bina. Bir yarısında Lost'un uçağı var. Bir yarısında Desperate Housewives'ın sokağı. Aralarında da bizim bina. Zaten o binalarda ve setlerde çekim yapma ve onların kostümlerini kullanma iznimiz varmış. Ne zevkli diil mi? Universal Back-lot deniyor bahsettiğim yere. Asıl filmler orda çekiliyor. Setler orda kuruluyor. 4 adet değişik konsept var. Meksika, NewYork,Avrupa,Western. Filmler bunlara uyduruluyor. İlginç filmlerden bir kaçı mesela: Back to Future'daki saat kulesi hepimiz hatırlarız. Minnacık bir yer. Üstelik şu an Spider Man çekileceği için saati de kaldırmışlar. Angels and Demons'da mesela Ewan McGregor'un paraşütle atladığı meydan. Küçücük 10 kişilik. Adamalr büyütüyor abi Prodüksyon şahaseri hepsi :)

Sınıfımı anlatıyım biraz da. Master öğrencisi 16 kişiyiz. Bunlardan bir tanesi 56 yaşında bir amca. Avusttralya ile Çin arasında adını bilmediğimiz bir adadan gelmiş. İlginç. Diğerleri  Ruslar, Amerikalılar, Kanadalılar, Çinliler, Japonlar, İspanyollar, Alman ve tabiki Meksikalılar var. Meksikalı çocuklarla- Juan ve Denise- aynı zamanda aynı sitede oturuyoruz. Juan isimli olanda ise hiç Meksikalı tipi yok. Adam redhead, yani kızıl kafa çilli bişey. Tanıştığımız zaman bana ilk Tarkanı sordular. Orda bile meşhurmuş adam. Helal.

Diğer bir yeni arkadaşımın ise babası Air Force'da çalışıyomuş ve iki sene Türkiyede kalmışlar,İncirlikte. Adımı söylediğimde en doğru telaffuz eden oydu. Meğerse Türkiyedeyken Burcu adında bir arkadaşı varmış.

Bu arada bana burda Burcu diye hitap eden neredeyse sıfır. Bana burda ACE diyolar. Ayse'yi böyle okuyolar.

İlk günüm okulda, fotoğraf çekimleri, doğaçlama dersi ve oryantasyonla geçti. Çok Zevkliydi. Oley, Yaşasın, ZPZP.


Umarım hep böyle gider. Amin.

Bu arada yarın okul tatil. Yani bugün açıldı yarın tatil. Rosh Hashanah'ı kutluyoruz.




Sevgiler. :)

19 Ağustos 2010 Perşembe

"There is a great prosperity for you in the world of Entertainment"

Los Angeles çok güzel bir yermiş. Burda olduğumdan demiyorum. Havası güzel, suyu güzel ve çok kozmopolit. İstanbuldaki o bunaltıcı sıcak yok püfür püfür. 

Sabah kalkınca, işe nerden başlasak dedik ve önce bir ev bakalım diye yola çıktık. Sonuç: İlk baktığımız evi tuttuk önce dedim ki ilk bakılan yer kiralanır mı belki daha güzeli vardır vs.. fakat çok içimize sindi. Özel bir yurt gibi. Fotoğraflarını koyucam zaten. Ha bir de  okula çok yakın. Okul derken, stüdyolar bildiğin. Bu kadar içinde olduğumuzu bilmiyordum. Şaka gibi. O setler o kadar şirin ki içine girip evcilik oynayasım geldi. Hele Desperate Housewives'ın çekildiği evler şekerden gibi. Hansel ve Gratel evleri gibi hayalimdeki. Mor salkımlı filan çok şirin. Tabi setlerde gezerken elini kolunu sallayıp direk celebrity'lere çatmıyosun. Setlerde çekim olduğu zaman set girişini kapıyolarmış normal olarak. Bir de Spider Man'in yenisi çekilicekmiş Eylülde çekimlere başlanıyomuş, onun hazırlıkları vardı tam 14 tane büyük karavan. Jaws, Elm Sokağı Kabusu, Desperate Housewives, Seabiscuit, 40year old virgin, Grinch, Mamma Mia, Princess Diaries, Angels and Damons çekilen filmlerin sadece bir kaçı. 

İkincisi ilginç bir olaydı. Bize evi gezdiren Scott, bana Headshot'umun olup olmadığını sordu. Headshot, bir aktris için en gerekli şey. CV'sinde bu resmi bulunduruyosun vesikalığın hallicesi. Ben neden dedim? Onun cevabı: "You look more of an actress than a student. People may ask your headshot. You should get one." Ne diyeyim bilemedim ama hoşuma gitmedi değil. 


Üçüncüsü ise hakikaten çok komikti. Akşam otele dönerken, yanımızda bir araba durdu. Üstü açık siyah bir BMW. Gerçi burda Mercedes/BMW gibi arabalara Honda muamelesi yapıyolar ama olsun. Gelen ses tanıdıktı. Yani tanıdık derken çığıran bir oryantal/arabesk ilginç bişey. Kafamı bir çevirdim, kara kuru esmer bir çocuk sağ küçük parmağında bir yüzük. Türkiyede olsa Urfalı dersin o derece ama LA de olunca bir ihtimal veremedim. Gazladı geçti yanımızdan. Annem ay ne kıro diyince döndü bir baktı. Ve işte sonra....Çocuk Türk çıktı. Tam çıkaramadım ama Nihat Doğan tarzı bişey dinliyodu. Bunu hakikaten hiç beklemiyodum. HAHAHAHAH. 


En güzelini en sona sakladım. Akşam yemeğini bir Çin lokantasında yedik. Yemeğin sonunda Fortune Cookie getirdiler. Annem Babam ve Ben, cookie'lerimizi açtık ve yedik. Benimkinin içinde ne mi yazıyodu: "THERE IS A GREAT PROSPERITY FOR YOU IN THE WORLD OF ENTERTAINMENT"



16 Ağustos 2010 Pazartesi

Veda

Şu an o kadar duygu yüklendim ki. Gözlerimden akan yaşlara engel olamıyorum. Çarşamba günü yolculuğum başlıyor. Bugün, yakın arkadaşlarım bana minik bir veda düzenlemişler. İpom,İpek Yapraam,Pınarım,Cerenim,Wildim,Candaşcan.. hepsi gelmişler.

Aileyle ilk vedamı Çeşmeden dönerken yaptım. Anneannem o kadar üzüldü ki ona üzülme ağlama bile diyemedim. Neden böyle oldu bilmiyorum.

Bugün ise sıra onlardaydı. Kendi seçtiğim kardeşlerimde.. Arkadaşlarımda...

Hepsi gelmişler, sanki normal bir buluşma gibi, ben gitmicekmişim bir hafta sonra tekrar buluşucakmışız gibi.. Fakat hepimiz biliyoruz ki en yakın buluşmamız Aralıkta olucak.

Ayrılırken elime bir CD tutuşturdu Zubu bey."Bu ne dedim?" "Amerikada bak dedi. Söz ver yoksa döverim"Ben tez canlıyım dayanamam. Açtım baktım. Öyle güzel bir video hazırlamış ki.. Zaten huzursuzum, duygusalım bu aralar, dayanamadım :( fonda Serdar Ortaç çalıyodu. ona rağmen gözlerimden yaşlar indi aşağı.

Zubu Bey, bana bu hayatta en yakın olan. Her gün konuşmazsak veya haber almazsam eksiklik hissederim. Ortaokuldan beri yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmedi dersanede aynı sırayı, okulda aynı sınıfı, üniversitede aynı bölümü, yurtta aynı yatağı paylaştık. Mozaik pastanın diğer yarısını en isteyerek ona verdim. Kardeşim oldu, sırdaşım oldu. Ağladığımızdan çok güldük. Şimdi ağlatıyor kendisi beni. Hem de salya sümük. Lanet olsun.

Cerenim var sonra, az zamanda çok işler sığdırdığımız, yavaşladığımız, kendimize cilvelendiğimiz. Onu çok seviyorum.

Özlemim var Wildikuşum. Odayı paylaştığımız, anılar yaşadığımız, dedikodular yaptığımız, en çılgın üniversite dönemimizi onunla geçirdik Zubu Beyle. Her gün aksiyon yaşardık. Ne zevkliydi. Zaten üniversite hayatımın bir tek yurt dönemi güzeldi. O dönem Wildikuşla daha da anlamlı ve zevkli oldu.

İpeğim Yapraam. klavye başında kitledi beni şuan ne yazayım bilmiyorum. bir magnet almış bana üstünde "arkadaşlarımız, kendi seçtiğimiz ailelerimizdir."bu anlatıyor sanırım. doğru çok haklı ben seçtim ailemi ve çok mutluyum.

Pinim Tunum. En eski onu tanıyorum aslında. İlkokul koridorlarında birbirimizi görünce "canııııııııııım" derdik. Yıllar sonra arkadaş olduk. Dönem oldu tamamen zıttık birbirimize. Sitem etti bize, sitem ettik ona. Sonra dönem geldi yakınlaştık daha da kaynaştık. Zıtlıklar arasındaki uyumuz biz. Gerçi artık pek zıt da değiliz sanırım. Aklımda öyle kalmış işte.

İyiki Varsınız..

İyiki Sevmişim Sizi.


Arkamda bıraktıklarım görünenden daha çokmuş meğer. En çok da onları bırakmak koyuyor zaten. Ama geri dönünce elimde olanların değerini daha iyi anlayacağım. Biliyorum