10 Temmuz 2010 Cumartesi

F1 Vize Telaşım Başladı.

Öncelikle yağmurlu havaları ne kadar sevdiğimin farkına vardım. İnsanın üstüne bir dinginlik geliyor, bir mutluluk. Son zamanlarda üstümde bir gariplik vardı ki sormayın. Önce yaz mı kış mı belli olmayan bir hava sonra da F1 belası.

F1 belası diyorum çünkü yaşadığım stresi bir ben bilirim. AA bir de babam. Ondaki telaş ben de yoktu o derece. Sanki hayati bir mesele- biraz da öyle ama olsun. NYFAden önce bizi çok uyardılar, ciddi olun, bir iş görüşmesine gider gibi giyinin, bütün evraklarınız yanınızda olsun. Ben pek ciddiye almadım, fakat benim minik Pateramu bu işi çok çok ciddiye aldı. Bir gün eve bir geldi elinde iki büyük klasör. Hadi "Oryantasyona. Hangi dosyada ne var onu göstericem" dedi. Birinci dosya benim okulla ilgili bilgilerimi barındırıyo-kalıcak yer,kabul mektubu vs- diğeri ise kişisel bilgiler. Kişisel derken referans filan değil sadece. Tapular, annemle babamın diplomaları, evililk belgeleri, rotary belgeleri gibi ne kadar gereksiz şey varsa koymuş kendisi-temkinli tabi. "Amaç ne dedim?" "Görsünler neyimiz var diye" dedi. Bir dosya geçti elime. Bir baktım babam ve Maria Sharapovanın birlikte çekilmiş fotoğrafları. "Bu ne dedim?" Türkiyede ağırladığımız zaman çekilmişti, uluslarası biri diye onu da koydum" dedi. Beni aldı bir gülme. Orda Oryantasyonu kestik. Mavi Ekran vermiştim çünkü. Arşivciliğin de bir sınırı olmalı ama. Babam onu abartmış biraz. Gerçi arada iyi oluyor bu ama olsun.


Konsolosluğa gittiğimde ise iki koca dosya ile gelen bir tek ben vardım. Diğer insanlar tek yaprak bi belgeyle gelmişler. Ulan ya ben anormalim ya onlar dedikten sonra kendi anormalliğimi kabul ettim. Klasörlerimi taşıdığım sol kol beni o tarafa çekmeye başlamıştı zaten. Sıra bana geldiğinde kendimi ingilizce konuşmaya o kadar hazırlamıştım ki- sonuçta amerikada sayılırdım- suratımda sahte bi gülümsemeyle içeri girdim. Interview yapıcaklarını sanarken- nerden geldin, nereye gidiyosun, neden gidiyosun vs- surat tipi JOHN olan Amerikalı bir adam bana Amerikan aksanıyla "Miraba, vizey almıya mı gealdinız?" diye sordu. Suratımdaki sahte gülümsemeyle "İvet" dedim- o kadar şaşırıp gülme ihtiyacına girmiştim ki anlatamam- "Lutfean onca sağ sona sol elimizın parmaklarnı yapştiralım monitöre" dedi. Bu formaliteden sonra Interview için beklemeye başladım. Zaten bir şeye bakmadılar, muhtemelen araştırmalarını yapmışlardı. Vizemi karıştırırken tek bir sayfaya takıldılar. *Arap Ülkelerinin damgalarına* o bütün arab ülkeleri de sanki sözleşmiş gibi aynı sayfaya damga atmışlar. Suriye,Dubai, Ürdün, Mısır damgalarını görünce adam sordu Niden bu kıdar çok Arabistana gittinız. "Gezmeye sadece" Hıım. "Arıpça biliyurmusunuz? İsterseniz onu da konuşabilirim" "Yok bilmiyorum. Sadece İngilizce ve biraz Almanca o kadar. İsterseniz İngilizce konuşabiliriz." "Yok boyle iyı" dedi Konuşmamıza böyle Türkçeyle devam edip bitirdik.


Böylece Amerikan konsolosluğuna gidip de Interview'ına Türkçe giren bir insan oldum. Ne eğlenceli değil mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder